Kendini “Alevi, laik, solcu ve demokrat” olarak tanımlayan Murat Aksoy, yüksek lisans tezi olarak başörtüsü yasağını çalıştı. 35 yıllık geçmişi olan yasağı tarihsel süreç içinde değerlendiren Aksoy’a göre bireysel özgürlükler alanında yaşanan sıkıntıların sebebi Osmanlı’dan beri devam eden modernleşme krizi.
‘Başörtüsü yasağı, tıpkı Alevilik, Ermeni soykırımı ve Kürt meselesi gibi tâlî bir tartışma. Sorunların nedeni ‘vatandaş’ tanımının ülke topraklarında yaşayan herkesi içine almaması. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ‘Türk ve laik’ olur dediğinizde kapsam dışında kalanlar sorun olmaya başlar.” Bu sözler, ‘Başörtüsü-Türban; Batılılaşma-Modernleşme, Laiklik ve Örtünme’ kitabının yazarı Murat Aksoy’a ait. Kendini laik, Alevi, solcu ve demokrat olarak tanımlayan Aksoy, Türkiye’de yıllardır gündemi meşgul eden başörtüsü yasağı ile 1999 yılında tanışmış. Vesilesi de tüm Türkiye’nin canlı yayında izlediği Büyük Millet Meclisi’ndeki Merve Kavakçı krizi.
Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Bölümü tarafından tez olarak kabul edilen ve Kitap Yayınları’nın yayına hazırladığı çalışmanın konusunu, 30 yılı aşkın süredir uygulanan başörtüsü yasağı oluşturuyor. Aksoy, kitabının giriş bölümünde bir anlama çabası içinde olduğunu dile getiriyor. Merve Kavakçı’nın 1999 yılında başörtülü olarak milletvekili yemini etmek istemesi ve bunun sonucunda yaşanan olaylardan sonra çevresiyle söz konusu yasağı tartışmaya başlayan Aksoy, hep aynı tepki ile karşılaştığını ifade ediyor: “Hem yasağı uygulayanlarda hem de muhatap olan kesimde taraf olmaya zorlayan bir bakış açısı vardı. Ben karşısında ya da yanında olmaktansa neler olduğunu anlamak istedim.”
2 buçuk yıl süren çalışma sonucunda ortaya çıkan tezde, Osmanlı’da muasırlaşma çabalarından yola çıkılarak 16’ncı yüzyıldan bugüne kadın giyimi üzerine yaşanan tartışmalar değerlendiriliyor. En kapsamlı şekilde ele alınan dönem ise başörtüsünün yasak olarak ülke gündeminde yer aldığı 1980 sonrası. Kaynak taramaları, iddianameler, dava sonuçları gibi yasal süreçlerin siyasi yansımaları da tezde yer alırken, başörtüsü yasağı ne zaman, nerede, neden başladı ve nereye geldi sorularına cevap aranıyor. Bu araştırmayı yaparken ‘kadın olmak’ üzerine bina edilen politikalar hakkında epeyce bilgi sahibi olan Aksoy’un konu hakkında en net ifade ettiği hususlar, başörtüsü yasağında sorunun kıyafet değil, ifade ettiği anlam ve kamusal alandaki tezahürü olduğu, yasaklamaların hiç bir hukuki zemininin bulunmadığı ve İslami kesimin meseleye siyaseten sahip çıkmadığı...
Gerekçelerine gelince: Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’le devam eden süre boyunca kadının görünümü modernlik ölçüsü kabul ediliyor. Kadın tanımlanması ve dönüştürülmesi gereken bir nesne olarak ele alınıyor. Bu sebeple nasıl göründüğü hep önemli bir mesele olarak kalıyor. Başörtüsü etrafında yaşanan yasaklamalar ve tartışmalar tarihi süreç içinde ele alındığında Aksoy’un ifadeleri daha anlaşılır hâle geliyor. “Modernleşme çabaları içerisinde 1940’larda karşı olunan çarşaf, benimsetilmeye çalışılan ise manto ve başörtüsüydü. 80’lerde başörtülülerin sayısından rahatsızlık duyulmaya başlanınca da aralarındaki fark tarif edilmeden başörtüsünün karşısına ‘türban’ çıkarıldı. Kısa bir süre sonra bu kez türban siyasal İslam’ın sembolü sayılarak kamusal hayattan dışlandı.” Bu gelişmelerin en bariz tezahürü de üniversitelerde ortaya çıktı. İlk olarak 1967 yılında Ankara Üniversitesi’nde uygulanmaya başlanan başörtüsü yasağı. o günden sonra bir daha gündemden düşmedi. Yine ilk örnekleri o yıllarda görülen bir diğer husus yasak konusunda ortaya çıkan yorum farkları. Aksoy’un ilk örneği başörtüsü yasağı mağduru olarak tarihe geçen Hatice Babacan’ın bir yıl arayla yaşadıkları. 1968’de yasak nedeniyle Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bırakmak durumunda kalan Babacan, ertesi yıl kazandığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden hiç sorun yaşamadan mezun oluyor. Arada herhangi bir yasal değişiklik olmadığına dikkat çeken Aksoy’a göre o günden beri bu fiili durumun tek bir izahı var: Keyfilik.
Başörtüsü kanunen yasak değil
Fiili sürecin siyasal değişikliklerle birlikte ele alındığı ‘Başörtüsü - Türban’ kitabında öne çıkan bir diğer tespit ise İslami kesimin siyasi söyleminin yükseldiği dönemlerde yasağın dozunun arttığı. Bu saptamanın örneği de 1980 sonrası döneme ait. 1983 yılında iktidara gelen ve başörtüsü yasağının karşısında yer alan Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı döneminde başörtüsü hakkında o güne kadar olduğundan çok daha fazla yasal düzenleme yapılıyor. Yine bu dönemde başörtüsü, önce türbana, sonra da irticai faaliyetlerin ve siyasal İslam’ın simgesine dönüşüyor. Hukuki süreç de bu varsayım üzerinden ilerliyor. Danıştay’ın 13 Aralık 1984’te aldığı kararda, başörtüsünün siyasi emellere alet edildiği, bu nedenle üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının doğru olduğu ifade ediliyor. Böylece o güne kadar sadece siyasilerin irtica suçlamaları ile gündeme taşınan başörtüsü yasağı, mahkeme kararı ile de tescil edilmiş oluyor. Ancak Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) uygulamasını okul yönetimlerine bıraktığı yasak konusunda hem üniversitelerde hem de mahkeme kararlarında yorum farkları kendini gösteriyor. Danıştay kararına karşı Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi, 1986 yılında ‘müessese içinde türban ile bulunmanın Anayasa, Kıyafet Kanunu ve YÖK kararına göre normal ve tabii oluğu’ hükmünü açıklıyor.
Kitabında yaşananları kronolojik olarak aktaran Aksoy, ANAP iktidarından sonra en fazla Refah-Yol iktidarı döneminde sıkıntı yaşandığına işaret ediyor. Aksoy, “Yaklaşık 35 yıldır üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, Anayasa ve yasalarda yer almıyor. Şu anda yüksek öğretim kurumlarındaki kılık kıyafete yönelik tek düzenleme, Yüksek Öğrenim Kanunu’nun ek 17’nci maddesi.” diyor. Tezini Anayasa Hukuku Profesörü Serap Yazıcı gözetiminde hazırlayan Aksoy’un işaret ettiği maddenin açılımı: Kanunlara aykırı olmadığı sürece üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir. “Başörtüsünü yasaklayan herhangi bir kanun olmadığı için de uygulama yasalara aykırı. Açıkça görülen gerçeğe rağmen yaşananlar, ikiyüzlü bir tavrı ortaya koyuyor.” diyen Aksoy’a göre bu çalışmanın ulaştığı en önemli sonuç problemin bir siyaset tartışması olduğu. “Bu siyasi bir tartışma ve yasağı savunanlar siyasi gerekçeler öne sürüyor. Ama maalesef İslami kesim bu tartışmadan kaçıyor. Siyaset yapmak yerine sorunu anayasal din ve vicdan özgürlüğü üzerinden çözmeye çalışıyor. Anayasa’nın başlangıç hükümleri ve 5’inci maddesinin arkasına sığınan uygulayıcılara karşı 24 ve 42’inci maddelerden yani eğitim ve fırsat eşitliğinden söz etmenin bir manası yok. Laik kesimden biri olarak baktığımda, İslami duyarlılığa sahip insanların bu konuya siyaseten sahip çıkmadığını görüyorum.”
Aksoy’un ‘büyük siyasetin’ alanına girdiğini söylediği Kürt meselesi, mezhep farklılıkları ve Ermeni soykırımı konuları, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinde konuşulmaya başlansa da başörtüsü yasağı hâlâ karmaşık bir mesele olarak duruyor. Aksoy’a göre bu durum Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarından kaynaklanıyor. Zira AK Parti, temsil ettiği kültürel kimlikten dolayı devlet katında netâmeli bir pozisyonda ve başörtüsü yasağı konusuna girdikleri anda rejim korkuları tekrar gündeme gelecek. Bu nedenle Aksoy, bir mağduriyet nedeni olan bu yasağın ancak solda yer alan bir parti tarafından çözülebileceğini savunuyor.
Mevcut durumu iki taraf açısından değerlendiren Murat Aksoy, yasağı uygulayanlarla yasağa karşı çıkanların aynı dili konuşmadığı kanaatinde. Neden mi? Aksoy’a göre, bir tarafın türban diye tanımladığı şeye öteki başörtüsü diyor. Biri, laik sistemi yıkma niyetini ortaya koyan bir sembol olarak algılarken diğeri ‘hayır inandığım için örtüyorum başımı’ diyor. Karşı taraf ‘yasak’, muhatapları ‘hayır anayasal hakkımızdır’ diyor. Ve bir türlü meselenin esası üzerine konuşmaları mümkün olmuyor. AB ile müzakerelerin başlaması nedeniyle bu konunun önümüzdeki günlerde sık sık gündeme geleceğini düşünen Aksoy, “Başörtüsü meselesi Türkiye’nin demokratikleşme ve sivilleşmesinde önemli bir ara durak. Ve çözümün dışarıdan beklenmemesi gerekiyor.” fikrini savunuyor.
Başörtüsü-Türban kitabında süreç, üniversite öğrencilerinin durumu üzerinden değerlendirilirken kamu çalışanlarının konumuna pek değinilmemiş. Bunu, kamu personelinin tarafsızlığı gereğine, var olan yasal hükümlere bağlayan Aksoy, ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu ilgilendiren bu konunun toplumsal mutabakatla karara bağlanması gerektiğini ifade ediyor.