www.siyasetci.biz

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
www.siyasetci.biz


Siyasi Gençliğin Buluşma Noktası


+2
trojan_m
Altıok
6 posters

    Türbana Köle

    Laucian Nailo
    Laucian Nailo


    Mesaj Sayısı : 58
    Yaş : 35
    Nerden : İstanbul/Zonguldak
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Laucian Nailo Paz Haz. 08, 2008 1:36 pm

    Bu sefer ki makale de İran'da ki rejimden kaçıp Türkiye'ye sığınanlarla ilgili.

    Negar-Fatih Nayebi
    Türban olayı sadece bir başlangıç

    Türkiye’de 6 yıldır yaşayan Negar ve Fatih Nayebi kardeşlerin babaları İran’daki Azeriler’den Muhammed Hafız Nayebi. Anneleri ise İstanbullu Fehiman Hanım. Babaları Muhammed Hafız, yıllar önce İstanbul Üniversitesi’nde Orman Mühendisliği’ni bitirmiş. O yıllarında Fehiman Hanım’la tanışıp evlenmişler. 1975 yılında İran’a geri dönmüşler. Negar ve Fatih, doğma büyüme İranlı. Babalarının iş durumu nedeniyle senelerce İran’da yaşamışlar. Ancak, 2002 yılında babaları vefat edince Türkiye’ye gelme kararı almışlar. 1979 doğumlu Fatih, devrimin ailesine yansımasını şu sözlerle anlatıyor: “Babam Hazar Bölgesi’ndeki tek kağıt fabrikasının müdürüydü. Devrimden sonra babamın İslami değerlere uygun davranmadığını söylemişler. Eşinin Türk olduğunu öne sürerek onu işten atıyorlar.”
    Fatih Nayebi, bir bilgisayar firmasında çalışıyor ve aynı anda Boğaziçi Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği’nde yüksek lisans yapıyor. 1981 doğumlu Negar ise şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm İşletmeciliği’nde okuyor ve bir yandan da resepsiyon görevlisi olarak çalışıyor. Fatih Nayebi, askerliğini yapmayan İranlı erkeklerin yurt dışına çıkışına izin verilmediği için, 2002’ye kadar Türkiye’ye gelememiş: “Okulumu bitirip, askerlik problemimi çözdükten sonra Türkiye yolunu tuttum. Annem rahatsızlanınca geri döndüm. 2005’in Aralık ayında tekrar gelip Türkiye’de LES sınavını kazandım ve işe başladım.”
    Negar Nayebi, Türkiye’ye gelme amaçlarının daha özgür bir yaşam olanağına kavuşma ve iyi bir eğitim almak olduğunu söylese de, Türkiye’de karşılaştığı manzara karşısında hayal kırıklığına uğramış: “Burada sadece ‘başlarımızın açık olma’ özgürlüğü var. Ama sanırım, birkaç sene sonra o da kalmayacak. Çünkü İran’da da devrim oluyor ve hemen ‘saçlarınızı kapayacaksınız’ demiyorlar. İki senede yavaş yavaş geçiyor. Ben türban olayını buna bir başlangıç olarak görüyorum”. İran’ın kuzeyinde uzun yıllar Astara şehrinde yaşayan Negar, İran’da ilkokul 3’te 9 yaşına girdiğinden beri türbanın kullanıldığını vurguluyor: “İnsanlar isteyerek ya da istemeyerek bir şekilde kurallara uyuyor. Ama yarın İran’da herkese istediğiniz kıyafeti giyebilirsiniz deseler, eminim ki başörtüsü takan kadın sayısı Türkiye’ye göre daha az olur.”


    Ramin Haerizadeh (Ressam)
    Öyle bir gün geldi ki ordu bile kalakaldı


    Tahranlı fotoğraf sanatçısı Ramin Haerizadeh, Londra’da ses getiren “Men of Allah” sergisiyle Galeri Artist’in bu ay konuğu oldu. Haerizadeh’in eserlerinde, arka plana oturtulan ürkütücü insan gövdeleriyle depresif ve karanlık Tahran anlatılıyor.
    Eserlerinin tümünde erkek cinselliğini anlatan İranlı ressam, erotizmin İran sanatında hep var olduğunu, ama gizlendiği söylüyor. “Benim eserlerimde yapmak istediğim İslami kuralların hüküm sürdüğü bir ülkede erkeklerin dünyasındaki gizli cinselliği sorgulamaktı” diyen Haerizadeh, “İslami devrim İran’da başladığı zaman 2 yaşındaydım. Erkekliğiniz en hassas olduğu ‘büluğ’ çağlarında sınıfta sadece erkekleri görüyorsunuz. Ve hislerinizi onlarla paylaşma ihtiyacı hissediyorsunuz. Çünkü ‘feminen’ şeylerden uzak kalıyorsunuz. Bunu yapan aslında ‘bilinçsiz’ de olsa İslami sistem” diyerek sözlerine devam ediyor.
    Dışarıdan bakıldığı zaman İran’daki yaşantının ürkütücü gelebileceğini, ama kendilerinin bu durumu normal algıladığını söyleyen Ramin Haerizadeh, ülkelerindeki yaşantıyı şöyle anlatıyor: “İran’da evlerin içinde ve dışarıdaki hayat tamamen farklı. Evlerde DJ’lerin, içkinin ve şovların olduğu büyük partiler veriliyor. Kadınlar mini eteklerini giyiyor. Dışarı çıktıklarında ise ‘çadorlara’ bürünüyorlar.”
    Bugüne kadar devrim polisine yakalanmadığını da sözlerine ekleyen Haerizadeh, “Parti verdiğiniz zaman, ‘adrenalin patlaması’ yaşarsınız. Çünkü sürekli endişelenirsiniz, ‘Acaba yakalanacak mıyım, ne olacak’ diye. Kontrol altındayız” diyor.
    Türkiye ve İran arasındaki benzerlikleri sorduğumuz ressam, şunları söylüyor: “Atatürk, krallarımızdan Rezah Şah’ın en iyi dostlarındandı. Reformlara aynı anda başladılar. Her zaman Rezah Şah’ın reformları mı devrime yol açtı diye sorarım. Ama Atatürk’ün reformları aynı etkiye yol açmadı.”
    Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumu 1979 yılının İran’ına benzeten Ramin Haerizadeh, “1979’da İslami Devrim başladığında toplum bu haldeydi. Şu anda Türkiye’de de, İran’da da dini partiler iktidarda. Yavaş yavaş, bir ülkede din iktidara gelirse, dindar insanlar daha güçlenir. Hiçbir şey bir gecede olmuyor. Devrimden 10 yıl önce İran’da kumarhaneler kapatılmıştı. Türkiye’de de kumarhaneler kapatılalı 10 yıl oluyor. O günlerde ‘Şah çok güçlü, arkasında çok güçlü bir ordu var’ diye düşünürdük. Ama öyle bir gün geldi ki, ordumuz bile ‘Şimdi ne yapacağız’ diye kalakaldı” diyor.


    Prof. Behzat Yagmaian (Ramapo College of New Jersey)
    Eskiden daha az kapalı kadın vardı

    Behzad Yaghmaian, siyasal ekonomi profesörü. 2002 yılından beri yılın yarısını Amerika’da, yarısını da Türkiye’de geçiriyor. “İslam Devrimi’nden önce İran’dan ayrıldım. Havaalanına indiğimde her yerde dini posterler vardı. Kadınlar kapanmıştı. Üstelik din gerektirdiği için değil, cezası olduğu için... En son 1999’da ailemle vedalaşmaya gittiğimde genç İranlı kadınların farklılaştığını gördüm. Yine başları kapalıydı ama bu defa saçları görünüyordu, makyajlıydılar.” Yagmanian ‘Türkiye İran olur mu’ görüşüne şiddetle karşı çıkıyor: “Asla olmayacak. Bir yabancı gözüyle Türk laiklerin ırkçı olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar kendisi gibi düşünenleri ve zengin olanları laik sayıyor. Ayrıca 1987’de Türkiye’ye geldiğimde çok az türbanlı kadın vardı. Ama 2002’de her taraftaydılar. Çünkü kamu kurumlarında ve üniversitelerde türban yasaklanmıştı. İran’da bunun tam tersi oluyor. Bence kadınlar ne giymek istedikleri konusunda özgür olmalı. Ayrıca bugün herkes türban sorununa odaklanmışken, kimse AKP’nin ne yaptığına bakmıyor. AKP, IMF politikalarını uyguluyor. Özelleştirmelerle nelerin satıldığı incelenmeli. Tartışılması gereken türban değil, bunlar.”


    17.02.2008
    Haber: TUĞRUL TUNALIGİL - OYA DOĞAN


    Kaynakça: http://w10.gazetevatan.com/pazarvatan/haberdetay.asp?hkat=1&hid=12159
    Düzenleme: Eksik kelime girdim.


    En son Laucian Nailo tarafından Paz Haz. 08, 2008 2:38 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Laucian Nailo
    Laucian Nailo


    Mesaj Sayısı : 58
    Yaş : 35
    Nerden : İstanbul/Zonguldak
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Laucian Nailo Paz Haz. 08, 2008 1:53 pm

    Şimdiki ise Soner Yalçın'ın bir yazısı. Yazının ilk yarısındaki İranlı gazeteci yazarın anlattıkları tüyler ürperten cinsten.


    İran'a şeriat 'demokrasi' ve 'özgürlük' vaatleriyle geldi

    AKP'nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye'nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye'nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran'ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran'ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

    MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

    Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

    Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

    Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

    Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

    Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

    ÜZERİNDE DURMADIK

    Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

    Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

    Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

    Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

    Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

    Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

    Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

    "Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

    Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

    Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

    Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

    GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

    Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

    Şiraz'da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran'da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

    Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

    Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

    Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

    Kızların evlenme yaşı 18'den 13'e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

    Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

    Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

    Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

    Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

    REFERANDUM OYUNU

    Üç ay önce Humeyni, Paris'te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

    Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

    Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

    Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti'ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

    Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65'inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

    Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam'a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

    Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

    Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

    Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

    Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

    HALKI ANLAYAMADIK

    Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

    Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi'ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi'ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

    Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

    Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

    Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

    Örtünmek moda oldu!

    Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

    Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

    Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

    Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

    Kaçanlardan biri de bendim.

    Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

    (Not: Bu metin, Bahman Nirumand'ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

    Türkiye'nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

    ÖNCE bir tespit yapalım:

    Diyorlar ki, "Türkiye, İran'a benzemez!"

    Yanılıyorlar.

    Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

    19. yüzyılda İngiltere'nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

    İki ülke de tarım ülkesiydi.

    20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

    Her iki ülke 1920'lerde yeni liderleriyle yönetildi:

    İran'da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

    Türkiye'nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk'tü.

    Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

    Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

    İran 1940'ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

    İran'da 1951'de, Türkiye'de 1960'ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

    İran'da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

    CIA, İran'daki darbeci Musaddık'ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi'yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

    Türkiye, 1961'de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

    1960'lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

    Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

    Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

    Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

    YEŞİL KUŞAK PROJESİ

    Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970'li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

    Sovyetler Birliği, Afganistan'a girmişti.

    ABD'nin kontrolündeki Şah, İran'ı terk etmişti. Türkiye'de büyük bir sol dalga vardı.

    Soğuk Savaş döneminde siz ABD'nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

    İran'da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

    Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

    ABD, Şah'tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran'da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

    Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

    ABD, Sovyetler Birliği'ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

    Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

    Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti'ne izin vermeyeceğim" diyordu.

    Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar'ı destekliyordu.

    Bahtiyar, ABD ve İngiltere'ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

    Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

    Sonunda Humeyni, Tahran'a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan'ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

    Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

    Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

    Askerler bu kez Beni Sadr'ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

    Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

    DESTEK ESNAFTAN

    İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963'te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye'ye sürgüne gönderilmişti.

    Durum aslında bizim Nakşibendiler'e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

    Türkiye'deki İslami hareketler ile İran'daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

    Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

    Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

    Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

    Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

    Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran'a benziyor mu?


    Kaynakça: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7341410&yazarid=218
    avatar
    Altıok


    Mesaj Sayısı : 62
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Altıok Paz Haz. 08, 2008 2:31 pm

    İran İslam Devrimi'ni iyi incelemenizi önermiştim. Alın size oradan bir kesit.

    Paylaşım için teşekkürler.
    iceberg19
    iceberg19
    KGP


    Mesaj Sayısı : 85
    Yaş : 35
    Nerden : samsun/bursa
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 24/05/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından iceberg19 Paz Haz. 08, 2008 3:30 pm

    Sahte belge mi?...Geçiniz bunları efendim geçiniz...Laf bulamayınca yalanlama moduna geçmeniz hiç hoş değil...Ufacık bir gazete koskoca chp'yi ne hallere soktu hepimiz şahit olduk...ve kusura bakmayın ama bir taraflarımızla kıh kıh güldük...İsmet inönüye ikinci olma hakkını kim verio pardon da?...Benim dedemin ona böyle bir hak verdiğini zannetmiyorum...Kazım karabekirler hapise atılırken güç kavgasında onlar galip gelmiştir...Başka yolu yoktur bunun...
    avatar
    Altıok


    Mesaj Sayısı : 62
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Altıok Çarş. Haz. 11, 2008 12:30 pm

    İşkembei Kübra'dan atmak böyle birşey olsa gerek.

    Mustafa Kemal'e birinci adam olma hakkı verildi mi ? Verilmedi ! O aldı.

    İsmet İnönü'nün de durumu farklı değildir.

    Devrim tarihimiz boyunca Mustafa Kemal'e kayıtsız şartsız destek veren bir tek İnönü'ydü. Ve aynı zamanda CHP'yi de o idare ediyordu.

    İ-kinci Cumhuriyetçi yazarlardan öğrendiğiniz saçmalıklara bu kadar kanmayın. Tarih açık ve net !

    Anlayana...
    iceberg19
    iceberg19
    KGP


    Mesaj Sayısı : 85
    Yaş : 35
    Nerden : samsun/bursa
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 24/05/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından iceberg19 Perş. Haz. 12, 2008 9:25 pm

    Madem Mustafa Kemal'e birinci adam olma hakkı verilmedi nerede kaldı Mustafa Kemal'in demokrasi sevgisi...Kendi açtığın kuyuya kendin düşme...Mustafa Kemal diktatör mü ki zorla birinciliği alsın...Dediklerinizden bunu çıkarıyorum...Ve sizin kemalizm anlayışınıza ters bir durum bence...En azından öyle olması lazım...Kime kanalım...İlhan Selçuk'a mı?...Ha ha ha...
    Laucian Nailo
    Laucian Nailo


    Mesaj Sayısı : 58
    Yaş : 35
    Nerden : İstanbul/Zonguldak
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Laucian Nailo Perş. Haz. 12, 2008 11:05 pm

    Hangi devlet kurulur kurulmaz yada bir rejime geçer geçmez demokrasiye geçebilmiştir? Böyle birşey mantıksal olarak mümkün değil zaten
    iceberg19
    iceberg19
    KGP


    Mesaj Sayısı : 85
    Yaş : 35
    Nerden : samsun/bursa
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 24/05/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından iceberg19 Cuma Haz. 13, 2008 3:31 pm

    Amahangi devlet istiklal savaşını demokrasi uğruna vermemiştir...Ne alaka şimdi...Kurtuluş savaşı tam bağımsız demokratik bir ülke uğruna verilmiştir...Safsatalarınıza başlamayın lütfen...
    Laucian Nailo
    Laucian Nailo


    Mesaj Sayısı : 58
    Yaş : 35
    Nerden : İstanbul/Zonguldak
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Laucian Nailo C.tesi Haz. 14, 2008 11:52 am

    Benim dediğimle ne alaka ya? Ben diyorum ki hızlı devrim olması için geçici olarak demokrasi yoktu, sen diyorsun demokraside demokrasi... Cumhuriyet kurulduktan 27 yıl sonra getirdik işte daha ne?
    avatar
    Altıok


    Mesaj Sayısı : 62
    Points : 0
    Kayıt tarihi : 01/06/08

    Türbana Köle - Sayfa 2 Empty Geri: Türbana Köle

    Mesaj tarafından Altıok Paz Ağus. 10, 2008 2:31 am

    Hangi devrim halk oylamasıyla yapılmış Allahasen!

    Mustafa Kemal'in yaptığı antidemokratlık değil demokrasiyi getirmek için gerekli devrimci duruştur.

      Forum Saati Ptsi Nis. 29, 2024 6:43 am